Bir öğrenci

Yazdır

O gün çok sinirliydi. Hızla kapıyı açtı. Kimseyi görmeden ve kimseye görünmeden odasına girdi. Odanın ortasında sanki bir şeyler arıyormuş gibi birkaç tur döndü. Sonra birden müzik setinin başına diz çöktü. Sola, sağa dağılmış içleriyle kutuları sanki hiç yan yana gelmiycek gibi dağılmış kasetleri karıştırdı. İçlerinden birini çekip hızla makinanın içine taktı. İlk sesi bekliyordu. Ve ilk ses… sesi biraz daha açtı. Sonra biraz daha…

Daha sonra çalışma masasına oturdu. Etrafa yapıştırılmış notları sırasıyla okudu ve işte: Pazartesi günü, Pazartesi son ders matematik yazılısı. Aslında notta daha bir sürü yazılı tarihi vardı ancak onlar ya hiç anlamadığı yada bildiği derslerdi. Camlı dolabı açtı, defteri, kitabı çıkartıp açtı. Şöyle bir iki sayfa karıştırıp sinirle kapattı. Çalışmayacaktı. Balkon kapısını açtı. Dışarı çıktı. Hava biraz serindi ama o belki hararetinden üşümüyordu.

Etrafa bakınıp düşüncelere daldı.her ne olursa olsun yaşamayı seviyordu. Çiçekler, ağaçlar. Hayallar içinde uçup gitmişken kapının sesini duydu. Dönüp baktığında karşısındaki annesiydi. Tatlı bir sesle: “Hadi, dedi, yemek hazır.” Balkonun kapısını ve müzik setinin tüm ışıklarını kapattı.

Herkes yemeğini çabucak yiyip televizyonun başına koşmuştu. O ise herkesin aksine yemekte oyalanıyor, sağı solu seyrediyor, bazen de kendi kendine şarkı söylüyordu. Çalışmak istemediğinden acelesi yoktu, sabaha kadar yemek yiyebilirdi. O televizyonu çok sevmiyordu çünkü karşısına oturduğunuz zaman hiçbir iş yapmadan sadece göbeğinizi büyütüyordunuz. Oysa müzik.. radyo.. kasetler.. öylemiydi ya! Hem onları dinler hem de yapılacak en nemli işlerinizi bile yapabilirdiniz.

Yavaş yavaş yediği yemeği bırakarak, mutfak tezgahına yaklaştı. Bir bardak su… sonra bir bardak daha. Aslında o içki içmek sarhoş olmak istiyordu ama bunu yapamazdı, yapmamalıydı. Bir tabure çekip oturdu, sanki derin hayallerde gibiydi, oysa hiçbir şey düşünmüyordu, aklı bomboştu, hatta baktığı yeri bile doğru dürüst görmüyordu. Bir ara gelen bir gürültüyle irkildi. Televizyon, icat edene bir küfür. İçeriye gitti. Oturma odasının kapısından başını uzattı. Herkes donmuş gibiydi. O renkli görüntülere dalmışlardı. Belli ki çok heyecanlıydı. Ama sevmiyordu işte. Onun için önemi yoktu, onun için birçok şeyin önemi yoktu: Kızlar, televizyon, arabalar, ufak böcekler, futbol, okul, ders, sınav… gereksizdi. Çünkü sevmiyordu.

Odasına girdi. Tekrar müziği açtı. Gözleri dalgın yatağa uzandı. Bir kız. Kendine uygun bir arkadaş bulmalıydı. Aslında bi sürü arkadaşı, erkekten çok kız arkadaşı vardı. Hem de okulun en gözde, en güzel kızları arkadaşıydı. O başka bir şey arıyordu. Bire bir. Yalnız kalabileceği, birlikte gezebileceği onu dinleyecek, ona uyacak birisi. Aklından onca isim geçirdi. Hayır, olmazdı. Hepsi iyi arkadaşıydı. Daha değişik birisi. Sonra adını bilmeyip uzaktan tanıdıklarını aklından geçirdi. Aslında iki, üç isim vardı ama yine de karamsardı. Onlarla konuşacaktı, yalnız kaldıkları ilk zamanda. O sırada kasetin bittiğini fark etti. Aleti kapatıp koyun saydı. Yarın yeni bir gün olacaktı.

03/05/97

ilker Ergün