Günü kurtarmak

Yazdır

Kimileri sadece günü kurtarır kimileri yelken acar açık denizlere...

Oscar Wilde'in dediği gibi birçoklarımız yalnızca günü kurtarır, varolmakla yetinir, ve kendi ağırlığı altında ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek,ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister, değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan dünya, zorluklar, yaşamın koşulları ya da başkası değildir, insan kendisinden korkar en çok. Kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker, yasama her dokunuşunda,duygularının alevlenip kendini yakacağından çekinir, onun için kaçar yasamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten,sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanmamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya cabalar. Korku kendine acımayı da getirir, kendini zavallılaştırmaya başlar yaşamdan korktukça, yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü, korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük dokunuşta acıyla inler, her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi içine çeker onu güçsüzlük, kendi korkusuna kader der sonra, korkuyu değiştirilemez bir gerçek alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu, kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar, hayatin hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında taşıyamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleri ile, kendi geçmişi ile geleceği arasında sıkışır kalır artık.Kendi duygularıyla kuşatılır, döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına, şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil, mutluluğun ardında sezilen acıyı görür, bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil, isyan için ödenecek bedelin ağırlığını fark eder, beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini. Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiğinden. Yaşamak cesaret ister, belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar, çoğunluğu kıpırdamaz bile, yaşama yaklaşabilmek için tek bir adım bile atmaya yetmez cesareti. Ona sevinci gösterseniz, "ya sonra" diye sorar, aşkı gösterseniz, gene aynı sorudur onun aklını kurcalayan, "ya sonra", öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme, hep aynı soruyu sürükler peşinden. "ya sonra"... Bilinmeyen bir "ya sonra" için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların "sonrasından" korkanlar,acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı, yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolaşır, "sonrası umurumda değil" deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar, çektikleri acılardan söz ederler, acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini göremezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini fark etmezler. Onun için çok az insan yasar, çoğunluk yalnızca günü kurtarır, yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında. Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten, çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş bir tavşan gibi bizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir. Yaşamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen,sizi yaşatmayan, kendi korkunuzdur. Yasamak, cesaret ister çünkü...